27 Şubat 2009 Cuma

Ehl-İ Sünnet İçin Gerekli İtikatlardan Bazıları

Ehl-İ Sünnet İçin Gereken İtikatlardan Bazıları şunlardır:


1- Kur’ân-ı kerîmin Kelâm-ı İlâhî olup mahlûk (yaratık) olmadığına inanmak.
2- Kendi imanından şüphe etmemek.
3- Eshâb-ı kirâmın tamamını sevmek, hiçbirini kötülememek.
4- Cennette Allahü teâlânın görüleceğine inanmak.
5- Fıskı bilinmeyen her imâmın arkasında namaz kılmak.
6- Ehl-i kıble’yi tekfir etmemek, yani namaz kılan Müslüman’a işlediği günahlardan dolayı kâfir dememek.
Ehl-i kıble denilen kimsenin bir inanışı, manası çok açık olan kat’î bir delile zıt ise, küfür olur. Böyle bir kimse, namaz kılsa da, her ibâdeti yapsa da kâfir olur.
7- İbadetler, imandan parça değildir. Yani ibâdet etmeyen ve günah işleyen mümine kâfir denmez.
8- Mest üzerine mesh câizdir.
9- İman artıp eksilmez.
10- Mirâc ruh ve bedenle birlikte olmuştur.
11- Tasavvufu inkâr etmemek.
12- Mûcize ve keramet haktır.
13- Bugün için dört hak mezhepten birine uymak, mezhepsiz olmamak.
14- Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer’in halîfe olduğuna ve üstünlüklerinin halîfelik sırasına göre olduğuna inanmak.
15- Kabir ziyareti, enbiyâdan ve evliyâdan yardım istemek câizdir.
16- Okunan Kur'ân-ı kerîmin ve verilen sadakanın sevabını ölülere göndermenin câiz olduğuna, bu sevapların ve duâların ölülere vâsıl olarak, azaplarının azalmasına sebep olacağına inanmak.
17- Kabir suâli haktır.
18- Kabir azabı ruh ve bedene olacaktır.
19- Sırat köprüsü vardır.
20- Şefaata, hesaba ve mizana inanmak.
Bunlardan bazılarına inanmıyan, Ehl-i sünnetten çıkmakla kalmaz, kâfir olur. Meselâ, Mirâcın Mescid-i Aksa’ya kadar olan kısmını inkâr eden kâfir olur.

İmâm-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
(Tirmizî’deki) Hadîs-i şerîfte, (Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır, yetmiş ikisi Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Ashâbımın yolunda gidenlerdir.) buyuruldu. Bu fırkaya (Ehl-i sünnet) denir. (C.2, m.67)
O hâlde, Cehennemden kurtulmak için her Müslüman’ın ilk önce Ehl-i sünnet itikadını öğrenmesi, daha sonra da dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmesi lâzımdır.

R. Nâsıhîn – İtikâdnâme


1.Bölüm


25 Şubat 2009 Çarşamba

Oryantalizmin Gayri Meşru Çocuğu Modernizm

Modern zamanlar, Yahudisiyle Hristiyanıyla bütün bir Ehl-i Kitab'ın, kadim zamanlardan beri genetik olarak taşıya geldikleri İslam düşmanlığını "kaleyi içeriden fethetme" metoduyla "içimizden" birilerine zerk etmeyi başardıkları zaman dilimi olarak temayüz eder.

O "içimizden" olanların "bizden"liği geneli itibariyle aslında sadece görüntüden ibarettir. Onlar, Müslüman bir bedende gayrimüslim bir ruh taşımaları haysiyetiyle sadece kalıp, isim, görüntü olarak Müslüman’dır.

Muhammed Mustafa el-A'zamî hocanın, dilimize Kur'an Tarihi adıyla çevrilen eserini (İz yay., İstanbul-2006) kaleme almasına sebep, Toby Lester simli bir gazetecinin Kur'an'ın "kaynakları" ve tarihi konusundaki uzunca makalesidir.

Lester o makalesinde İslam dünyasında revizyonculuğun (yenilenmesi) hareket halinde olduğundan sitayişle (övgü)bahseder ve bu kategoride Nasr Hamid Ebu Zeyd, Taha Hüseyin, Ali Duşti, Muhammed Abduh, Ahmed Emin, Fazlur Rahman ve Muhammed Arkoun'u zikreder. (Bu isimlere daha pek çok kimsenin ilave edilmesi gerektiği açık!)

Bir de tavsiyesi vardır: Ortodokslukla "içeriden" savaşmak!

Burada "Ortodoksluk" olarak ifade edilen, Ehl-i Sünnet'tir ve onunla baş etmenin yolu ustaca keşf edilmiştir: İçeriden birilerini temin edip manivela olarak kullanmak. Bu yapıldığında, Oryantalistler adına konuşanlar Ahmet, Mehmet... adını taşıyan ve bizimle aynı dili konuşan, aynı ortamı paylaşan, hatta bizimle camide aynı safta durup aynı imamın arkasında namaz kılan kimselerdir.

Ümmet onların söylediklerine ısınmakta, hatta onları benimsemekte yabancılık çekmeyecektir. Aslında söyledikleri Oryantalistler'in söylediklerinden farklı olmadığı halde, Oryantalistler'e gösterilen tepki, sırf "aramızda" olmaları dolayısıyla onlara gösterilmeyecektir.

Aşağıdaki iki alıntı, "içerden" yürütülen savaşın, müsteşriklerin zihniyet beslemesi İslam modernistlerinin, velinimetlerinin izinden nasıl sadakatle yürüdüğünü çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır:

Michael Cook: "Geleneksel İslam, vahyin, zuhur ettiği ortamı yansıttığı düşüncesine direnememiştir... Ama geleneksel İslam, içinden çıktığı toplumu biçimlendiren bir kutsal kitap düşüncesinden, o toplumun ürünü olan bir kitap düşüncesine asla sıçrayamamıştır..."

Nasr Hamid Ebu Zeyd: "Eğer metin, 7. yüzyıl Araplarına gönderilmiş bir mesaj ise tarihsel olarak onların dil ve kültürünün hususi veçhelerini kabul eden bir tarzda biçimlenmiş olmalıydı. Dolayısıyla Kur'an bir insan muhitinde şekillenmişti. O, kültürel bir üründü."

İki metin arasındaki benzerliğin altını çizmeye gerek var mı?

İlginç olan şu ki, bundan fazla değil 50 sene önce bu iddiaların bir "Müslüman" tarafından dile getirileceğini hayal etmek bile mümkün değildi. İslam dünyasında Oryantalistler'e yazılan reddiyelerin büyük bir yekünü, onların Kur'an hakkındaki o bildik iddialarını redd ve tevhin amaçlıydı. Hatta 50-100 sene öncesinin revizyonistleri bile Oryantalistler'in İslam'ın mukaddes değerlerine ve kaynaklarına yönelttiği isnad ve iftiralara tepki göstermede en az "ortodokslar" kadar hassas ve gayretliydi. Nereden nereye!!

Şimdilerde Oryantalistler'e yönelik herhangi bir reddiye görülmemesinin açıklaması tekdir: Evet kale içeriden fethedilmeye başlamıştır!

Prof. E.L.Mascall'ın, Kitab-ı Mukaddes uzmanı Van Buren'den bahsederken kullandığı, "(O) Hristiyanlığın sekülerleştirilmesinin temel ilkelerini genellikle dilbilimsel analiz olarak bilinen felsefi okulda bulmaktadır" ifadesini aktardıktan sonra, "Böyle bir şey Kitab-ı Mukaddes çalışmalarında dilbilimsel tahlillerin amacı ise, bu yöntemi Kur'an'a uygulamadaki temel saik ne olabilir?" diye soran el-A'zamî, cevabı yine kendisi verir: "Bu, Müslümanların tahammül sınırının dışında olduğundan alternatif strateji, kutsal kitabın yerine yerel dillerdeki tercümelerini koymak, sonra da onların konumunu şişirerek orijinal Arapça ile aynı düzeye çıkarmaktır. Bu yolla, üçtebiri Arap olmayan Müslüman toplumlar Allah'ın gerçek vahyinden koparılabilecektir..."

Dr. Ebubekir Sifil


24 Şubat 2009 Salı

Sahih-Muteber Ve Doğru İman

Sahih-Muteber Ve Doğru İman

İman; sıfatları ile birlikte Allaha, meleklerine, gönderdiği mukaddes kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allahtan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanmaktır. (Meselâ “Allah gökte” demek, O’na mekân isnat etmek olup, küfürdür.)
İmanın sahih, makbûl ve muteber olması için gerekli şartlardan bazıları şunlardır:
1- İmanda sabit olmak: Meselâ, 3 yıl sonra dinden çıkacağım diyen, o anda kâfir olur.
2- Havf ve recâ arasında olmak: Yani Allahın azabından korkup, rahmetinden ümit kesmemek.
3- Can boğaza gelmeden iman etmek: Ölürken, ahiret hâllerini gördükten sonra kâfirin imanı muteber olmaz. Fakat o anda da, Müslüman’ın günahlardan tevbesi kabul olur.
4- Güneş batıdan doğmadan önce iman etmek: Güneş batıdan doğunca tevbe kapısı kapanır.
5- Gâibi yalnız Allahu Teâlâ’nın bildiğine inanmak: Melek, cin ve peygamber de gâibi bilemez. Fakat Allahın bildirdikleri bilir.
6- İmandan bir hükmü reddetmemek: Küfrü gerektiren şeylerden kaçmak.
7- Dinî bir hükümde şüphe etmemek: Meselâ; “Acaba namaz farz mı, kumar haram mı?” diye şüphe etmemek.
8- İtikadını İslâm dininden almak: Tarihçilerin, felsefecilerin değil, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği şekilde iman etmek lâzımdır.
9- Hubbi fillâh, buğdi fillâh üzere olmak: Sevgi ve buğzu yalnız Allah için olmak. Allah düşmanlarını sevmek, onları dost edinmek, Allah dostlarına düşman olmak küfrü gerektirir.
10- Ehl-i sünnet vel cemaate uygun itikat etmek


Devam


22 Şubat 2009 Pazar

Allah İlmi İnsanların Kafalarından Ve Kalplerinden Çekip Çıkarmak Suretiyle Değil, Aralarından Âlimleri Almak Suretiyle Kaldırır


Allah ilmi insanların kafalarından ve kalplerinden çekip çıkarmak suretiyle değil, aralarından âlimleri almak suretiyle kaldırır. Neticede, hiçbir âlim kalmayınca da insanlar, cahilleri başa geçirerek, meselelerini onlara sorarlar. Onlar da bilmeden fetva verdikleri için, kendileri sapıttıkları gibi, başkalarını da sapıklığa düşürürler.
(Buhari)



21 Şubat 2009 Cumartesi

Oryantalizm

“Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalayıp durmayalım. Başka yollar, başka çareler deneyelim. İslam memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, hıristiyan adetlerini, hıristiyan bayramlarını, hıristiyan kültürünü, hıristiyan ahlakını aşılayalım…”(1)


Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların manevi değerlerini, batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık. İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur’an-ı Kerim öğrenmeyi, suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu, tam olarak, hiçbir şeye inanmıyorlar…”(2)


Yukarıdaki cümleler “Oryantalist” diye adlandırılan iki hıristiyan ilim adamına ait. Günümüzdeki Müslümanların içine düştüğü durumu ne güzel özetlemekte… Bu cüretkâr ve iddialı cümleler oryantalistlerin düşünce yapıları ve hedefleri noktasında ipuçları içermekte. Günümüz Müslümanlarının, oldukça eski bir maziye sahip olan oryantalizm kavramını ve işlevini bilmemeleri ne acı bir gerçektir. Günümüz Batı ülkelerinde hâkim olan ve Batılı medya kuruluşları aracılığıyla bütün dünyaya ihraç edilen İslam ve Müslüman imajını, Oryantalizm’den bağımsız anlamak imkânsız derecesinde zor. İslam toplumlarını geri, ataerkil, irrasyonel, şehvet düşkünü, atıl, şiddet yanlısı, bedevi ve kaba kalabalıklar olarak sunan tasvir, roman, hikâye, şiir ve tarihi eserlerin çok büyük bir bölümü, Oryantalizm adı altında özetlediğimiz Batılı çalışmalara geri gider. Oryantalist yazarların yaklaşık bir buçuk asır önce ürettiği bu imajlar, bugün de canlılığını muhafaza ediyor. Üstelik bu tiplemeler sadece Batı toplumlarında değil, İslam ülkelerinde yerel kimliğini yitirmiş Avrupai aydınlar ve burjuva arasında da kayda değer bir etkiye sahip.

Oryantalizm Nedir? Doğuş Sebepleri

Oryantalizm; Müslüman doğu medeniyetinin (din, edebiyat, dil ve kültürü içine alacak şekilde) bütün unsurlarını inceleyerek İslam dünyası hakkında batılıların sistematik bir bilgiye sahip olmalarını sağlayan, İslam ve Batı medeniyeti arasındaki mücadelede Batı uygarlığı lehine veriler elde etmeye çalışan bir akımdır. Oryantalizmin Arapça karşılığı “İstişrak”tır. İstişrak ile ilgilenen kişilere de Müsteşrik denilir.(3)

1-Dinî Sebepler: Oryantalizmin kuruluşunun arkasında duran ve uzun zaman boyunca hiç ayrılmadığı dinî hedefleri şu şekilde sıralanabilir:

a)Hz.Muhammed (s.a.v.)’in risaletinin doğruluğu hakkında şüphe uyandırmak ve hadislerin Müslümanlar tarafından ilk üç asırda uydurulan sözler olduğunu iddia etmektir.

b)Kur’an-ı Kerim’in yüce Allah kelamı olduğu hakkında şüphe uyandırmak ve Kur’an’ı kötülemek.

c)İslam fıkhının değerini küçük göstermek, İslam fıkhının Roma hukukundan alınma olduğunu ileri sürerek bunu pekiştirmek.

d)Arapça’yı küçük düşürüp, anlaşılmaz olduğunu iddia etmek.

e)İslam’ın, Yahudi ve Hristiyan kaynaklarına dayandıklarını ileri sürmek.

f)Misyonerlikle Müslümanları, Hıristiyanlaştırmak.

g)Zayıf haberlere ve uydurma hadislere dayanarak görüş ve teorilerine güç kazandırmak.(8)

2-Siyasî Sebepler: Başta dinî sebeplerle gelişen Oryantalizm, zamanla siyasi bir hüviyet kazanmış ve şu siyasî hedefleri gözetmiştir:

a)Müslümanların yaşadıkları ülkeleri sömürge haline getirebilmek; buraları en iyi şekilde(!)idare edebilmek için de kolonilerdeki memurlarını yerli halkın dillerini, edebiyatlarını ve dinlerini öğrenmeye teşvik etmek.

b)Müslümanlar arasındaki kardeşlik ruhunu zayıflatıp, onları birbirinden ayırmak suretiyle zayıf düşürmek, böylece Batının üstünlüğünü ve hükmünü onlara kabul ettirmek.

c)Yerli şivelere önem vermek ve yaygın adetleri etüd etmek.Tamamı

18 Şubat 2009 Çarşamba

Fırkalaşma Ve Bölünmenin Başlıca Sebepleri

Sevgisizlikten buğz, nefret ve kavga, bunlardan da ayrılık doğar.


“Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular ki: “Tıpkı bir sofra üzerinde yemek yiyenlerin, birbirlerini çanaklarına davet ettikleri gibi, yeryüzündeki milletlerin de size karşı birbirlerine çağrışmaları yakındır.” Orada bulunan bir kişi: “Ya Resûlellah! Biz o gün sayıca az mı olacağız?” Peygamber Efendimiz: “Bilakis, siz o gün kalabalık olacaksınız. Fakat selin getirdiği yığıntılar gibi (parça parça) olursunuz. Yemin ederim ki Allah-ü Teâlâ sizin heybetinizi düşmanlarınızın kalbinden soyup alır (sizden korkmazlar), sizin kalbinize de vehin koyar.”

Yine orada bulunan bir kişi: “Yâ Resûlellah! Vehin nedir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz: “Dünya sevgisi ve ölümü istememektir” buyurdular.

Vahyin nurlu penceresinden günümüze bakan Sevgili Peygamberimiz mal, mülk, makam ve mevki sevgisinin, Müslümanlara âhireti unutturacağı bir zamanın geleceğini, kalplerindeki ahiret sevgisinin yok olacağını haber veriyor. Böylece Müslümanların bölük pörçük olacaklarını bildiriyor.

İlginçtir ki, Allah Resulü bu bölünüp parçalanmanın sebebini iki şeye bağlamıştır. Birincisi dünya aşkı ve sevgisi, ikincisi de ölümü istememek ve ahiret sevgisizliğidir. Bir kalbe giren dünya sevgisi, başta Allah sevgisi olmak üzere tüm rabbanî sevgilerin azalmasına sebeptir. Sevgisizlikten buğz, nefret ve kavga, bunlardan da ayrılık doğar.

Alıntı


Ölmeden Önce İtikadı Düzeltmek Lazımdır

İtikadımızı düzeltmeliyiz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

(İtikad edilecek şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyamette Cehennemden hiç kurtulmak olmaz. İtikad doğru olup da işlerde [ibadetleri yapmakta, haramlardan kaçmakta] gevşeklik olursa, tevbe ile ve belki tevbesiz de af olabilir. Eğer af olunmazsa, Cehenneme girse bile, sonunda yine kurtulur. İşin aslı, temeli itikadı düzeltmektir.) [m.193]

Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

(Her Müslüman, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmeli, imanını buna göre düzeltmelidir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan itikada uymayan fena, bozuk itikadlar, imanlar, yani bunlara gönül bağlamak, gönlü öldüren bir zehirdir. İnsanı sonsuz azaba götürür. Amelde, ibadetlerde tembellik, gevşeklik olursa, affolunabilir. Amma itikadda gevşek davranmak affolunmaz.

Allahu Teâlâ buyuruyor ki:

(Allah [ahirette] şirki [küfrü, bozuk imanı] asla affetmez. Diğer bütün günahları ise, istediği kimselerden affeder.) [Nisa-48]

O halde ölmeden önce itikadı düzeltmelidir.) [C.2, m.67]

Görüldüğü gibi, şirk yani küfür üzere ölen kimse, ebedi olarak Cehennemde kalır. Dünyada iken, yani ölmeden önce şirke [küfre] düşen kimse, tevbe ederse affolur.

Bir kâfir, kâfirliğine tevbe ederse, tertemiz, günahsız Müslüman olur. Bir Müslüman da şirke [küfre] düşerek kâfir olur, sonra pişman olup tevbe ederse, yine Müslüman olur. (Allah şirki affetmez) sözü yanlış anlaşılmaktadır. Şirk üzere ölen affolunmaz. Fakat hayatta iken, defalarca şirke düşüp sonra tevbe eden affolunur.

Alıntı



16 Şubat 2009 Pazartesi

Cemaat Ve Birlik / والمجتمع المحلي والاتحاد

Büyük İslam Cemaati
Muhtelif üstadlardan ders alıp, etrafında halka oluşturan, farklı meşreplere mensup cemaatler ve müntesipleri, Kur’an ve sünnet çizgisinde oldukları müddetçe “Büyük İslam Cemaati”nin birer parçasıdırlar.

Cemaat Nedir?
Cemaat; aralarında kan ve akrabalık bağı bulunmayan insanların, bir önder etrafında toplanarak birbirlerine inanç ve gönül bağıyla kenetlendikleri topluluğun adıdır.
Müminler bu manada, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın imametinde birbirlerine sımsıkı bağlı bir cemaattir. Bu manevî zincirle kenetlenip Sevgili Peygamberimizin Sallallâhü Aleyhi Vesellem’in yolundan gidenlere “Ehl-i Sünnet Vel-Cemaat” denir.

Bundan dolayıdır ki Resul-ü Ekrem Efendimiz:
“Her kim cemaatten bir karış ayrılıp da ölürse, şüphesiz ki bir türlü cahiliye ölümü ile ölmüş olur” buyurmuşlardır. Muhtelif üstadlardan ders alıp, etrafında halka oluşturan, farklı meşreplere mensup cemaatler ve müntesipleri, Kur’an ve sünnet çizgisinde oldukları müddetçe “Büyük İslâm Cemaati”nin birer parçasıdırlar. Onların ortak özellikleri birbirini sevmeleri, kendi aralarında şefkat ve merhametli, inanmayanlara karşı onurlu ve vakarlı olmalarıdır.
Üstadımız Mahmut Efendi Hazretleri Kuddise Sirruhu, diğer cemaat müntesipleri için sohbetlerinde: “Sakın Nurcu, Süleymancı demeyin. Süleyman Efendi’nin talebeleri, Said-i Nursî’nin talebeleri deyin” buyururlardı. Böylece İslâmî cemaat mensuplarının, birbirlerine daima muhabbet ve hürmetle davranmalarının lüzumunu beyan ederlerdi.

Ülkemizde var olan farklı cemaatler iftiraka (parçalanıp bölünmeye) değil, i’tilâfa (yakınlaşma ve kaynaşmaya) sebeptirler. Onlar iman bahçesinin çiçekleridir. Her birinin elvan ve rayihaları farklı olsa da, onları bitiren mümbit bahçe aynıdır. Hepsi de, aynı amaca farklı vasıtalarla hizmet eden, insanların gönüllerinde iman meşalesinin yanması için çalışan gönül erleridir. Hizmet gayeleri, hedefleri, evrâd, ezkâr ve tesbîhleri “Bir”dir.

İki cihan serveri Hz. Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi Vesellem:
“Mü’minler birbirini sevmek ve şefkat etmekte tek vücut gibidir. O vücudun bir uzvu rahatsız olsa, ateşlenmek ve uykusuz kalmak suretiyle tüm vücut ondan etkilenir” buyurmuyor mu? Omuz omuza namaza durduğu kardeşinin halinden bîhaber, birbirinin derdine bîgâne kalan kimseler nasıl tek vücut olabilir?
Beraberlik ve birlik şuuru ancak “Mutlak Bir” olan Allah-u Teala’ya iman edip O’nu tevhîd etmekle, O’nun ve Peygamberinin sevgisi etrafında halka halka bütünleşmekle gerçekleşir. Tüm inananların birbirine sımsıkı bağlanarak bir sevgi yumağı oluşturmasıyla kemale ulaşır. Cemaatler bu gayeye hizmet ediyorsa rahmet, etmiyorsa azaptır.
Selam, rahmette buluşanlara!

Kaynak

15 Şubat 2009 Pazar

İslam Gemisi’ni Boşaltmak / Discharging of Islam to Ship / الإسلام لتفريغ السفينة


Osmanlının ehl-i sünnet hassasiyetlerinin ne derece önemli olduğunu anlamak için, 1906 Kahire kongresinde, kongre başkanı Papaz Sammel Zwemer’in şu tavsiyelerini okumak yeterli olur kanaatindeyim.
Zwemer şöyle diyor: “Bir Müslüman’a dinini bırak dersen, onun İslam’ı bırakması asla mümkün değildir. Nitekim 25 yılda ancak 25 Müslüman’ı Hıristiyan yapabildik. Onlar buna karşılık her gün en az 25 Hıristiyan’ı Müslüman yapıyorlar. Biz Müslümanlara; ‘Sizin dininiz olan İslamiyet; mücevher yüklü çok kıymetli bir gemiye benziyor. Ama bu gemi’nin yükü çok ağır. Geminin karşıya batmadan geçebilmesi için, bu yüklerin bir bölümünü denize atmamız gerekir’ demeliyiz.
Böylece mübahlardan, müstehaplardan, sünnetlerden başlayarak, vaciplere, farzlara gelinceye kadar onlara geminin bütün yüklerini boşalttırmalıyız. Böylece gemi karşıya geçse de boş geçmeli!..” Bu gün, Osmanlı’ya düşman olanlar geminin yükünü boşaltmaya çalışanlar ve onların yerli işbirlikçileridir. Osmanlı; İslam gemisinin yükünü muhafaza ettiği için hâlâ dünya Müslümanlarının gönlünde taht kurmuştur.

Fırka-I Nâciye


Mısra
Asıl olan iş budur, bundan gayrısı boştur.

Bu yetmiş üç fırkadan her biri şeriata tabi olduğunu iddia eder ve cehennemden kurtulacağı bildirilen fırkanın, kendi fırkası olduğuna inanırlar. “Her fırka kendi yanında olanla, (doğru yolda olduğunu sanarak) böbürlendi.” (Müminûn: 53) ayeti kerimesi onların halini doğrular. Bu muhtelif fırkalar arasından Fırka-i Naciyeyi ayırabilmek için Nebiyyi Sadık’ın açıkladığı delile gelince, o delil Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamın şu sözüdür: “Onlar Benim ve Ashabımın bulunduğu hal üzere olanlardır.”

Burada Şeriat Sahibi olan Peygamber Efendimizin sadece Kendisini zikretmesi yeterli olduğu halde ashabını da zikretmesi, şu manayı ilan ve ifade etmek için olabilir: “Benim yolum, Ashabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız onların yoluna tabi olmaya bağlıdır.”

Nitekim Allah-ü Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kim Resûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa: 80) (Bu ayeti kerimeden de anlaşıldığı üzere) Resûle itaat etmek, Allah’a itaatin ta kendisidir. Ona muhalefet etmek ise, Allah-ü Tealâ ve Tekaddes hazretlerine isyan etmektir.

Allah Sübhanehü, Resûle itaat etmediği halde Allah’a itaat ettiğini zanneden bir cemaatin halinden haber vermiş ve onların küfrüne hükmetmiştir. Allah Sübhanehü ayeti kerimede şöyle buyurdu: “Allah ile Peygamberinin arasını ayırmak isterler ve: ‘Biz (peygamberlerin) bazısına inanır, bazısını da inkâr ederiz.” (Nisa: 150)

Tamamı

13 Şubat 2009 Cuma

Ehli Sünnet İnancı

Bir Fırka Cennette Yetmiş İki Fırka Ateştedir.


Avf ibn-i Malik (Radiyallahu Anh) dan rivayet olundu; Allah Resulü (S.A.V) Buyurdular ki;

Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. (Bunlardan) biri Cennette, yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. (Onlardan da) yetmiş bir fırka ateşte, biri cennettedir. Muhammed’in canı (kudret) elinde bulunan (Allah-u Teal’âya) yemin ederim ki elbette benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka Cennette yetmiş iki fırka ateştedir. Bunun üzerine: “Ya Resulullah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sorulduğunda, Resulullah: (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) “(Ehl-i Sünnet Ve’l) Cemaattir.”diye cevap verdi.

(İbn-i Mace, Fiten:17 No: 3992 2/1322 Ebu Davud, Sünnet: 1 Na: 4596 2/608 Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned Na: 8404 3/229)

Abdullah İbn-i Amr (Radiyallahu Anh) dan rivayet edilen diğer bir hadis-i şerifte de Resulullah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

“Yakında benim Ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir ki, bunların biri dışında hepsi ateştedir” 0 zaman: “0 bir hangisidir?” diye sorulunca, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Bugün, benim ve ashabımın, üzerinde bulunduğu (yoldan gidenler) dir.” buyurdu.

Bir inanç ve akide etrafında bir araya gelen topluluğun (ümmet), inanç sisteminin, akidesinin oluşmasını temin eden yola ve metoda sünnet denilir. İnsanların bu metodda görüş birliğine varıp, bunu uygulaması da, cemâat diye isimlendirilmiştir.

[Şehristânî, el-Milel ve'n-Nihal, (el-Fisâl kenarında), I, 47]

Bu anlam Kuran'da şöyledir:

“Allah'ın nice sünnetleri gelip geçmiştir. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların âkıbetini görün”.[ Al-i İmran Suresi 3:137]

“Allah'ın sünneti kesinlikle değişmez”. [Fatır Suresi 35:43]

İslam dininde Ehl-i Sünnetin varlığı, literatürde Ehl-i Sünnet, İslam peygamberi (Sav) ve Sahabe'yi (R.Anhum) örnek kabul eden Müslüman toplumunun büyük bir kısmına denir.

Genelde kısaca "Sünnilik" olarak bilinir. Bu grup Sünnete bağlı olduğu ve Cemaat ruhundan ayrılmadığı için Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat adıyla da anılır. Ehl-i Sünnet temel inanç konularında fikir birliği içinde olmasına rağmen bir takım detaylarda kendi içinde mezheplere ayrılmıştır.

İslam Peygamberi (Sav) hadiste fırka-i Naciye, kurtuluş fırkası olarak bildirdiği tek bir itikad mezhebi vardır. O da Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir.

Şehristani (549/1154) İslâmi fırkaları; Kaderiyye, Sıfatiyye, Hâriciyye, ve Şiâ olarak dört ana gruba ayırmış, yetmiş üç fırkanın bunlardan yayıldığını belirtmiştir.

[Ebu’l Feth Şehristani, a.g.e, 1:15]

Selef-i Salihin’den sonra, İmam-ı Matüridi, ve İmam-ı Eşari bu mezhepte iki itikad imamıdır ve bu mezhebi yaymışlardır.


Bunlara da göz atabilirsiniz

Blog Widget by LinkWithin