3 Eylül 2009 Perşembe

Dinler Arası Diyalog Ilımlı İslam


Selim Akduman:

Bu dinler arası diyalog uzun süre daha tartışılacağa benziyor. Şimdi bunun yanına bir de Ilımlı İslam denen bir kavram daha eklendi. Belki bu ABD’nin ve emperyalist güçlerin oyunudur. Ve son olarak CIA’nin hazırladığı bir raporda İslam dünyasının başına Ilımlı İslam modeline uygun bir halife atamaktan bahsediliyor. Sizce böyle bir şey mümkün olabilir mi? Böyle bir halife olursa İslam dünyası onu içerisinde barındıra bilecek mi?

Ebubekir Sifil:

Ilımlı İslam projesi halen şuanda da yürüyor. Türkiye’de de, İslam dünyasının farklı yerlerinde de yürüyor. Gerek siyasi mekanizmalar, gerek sivil bir takım zeminler, kuruluşlar, kurumlar vasıtasıyla fiilen yürütülüyor. Bu projenin başarılı olabilmesi için, adına Hilafet diyin, adına İslam Birliği deyin. Ne derseniz deyin. Bu projenin başarıya ulaşması için Müslümanların tepkiyle karşılamayacağı, kabul edebileceği, bir dil, bir üslup, program, proje ve insan olması lazım. Tabi ki bunun içinde kurumlar ve mevcut zeminler de var. Bir kere şunu mutlaka tespit etmemiz lazım. Müslümanlarla, Batıyla İslam dünyası arasında ki ilişki son dönemece girdi. Bu yeni dönemeçte artık, İslam batı karşıtlığı bizzat Müslümanlar eliyle üretilmiş projeler aracılığı ile azaltılmaya çalışılıyor.

Şunu söylemeye çalışıyorum: Batılı değerleri, siyaset, itikad, ekonomi tarih anlamında batılı değerleri İslam dünyasının kalbine taşıma görevi, artık bugün namazlı niyazlı Müslümanlar tarafından yürütülüyor. Dolayısı ile eskiden Müslümanlar çok kolay tepki verebiliyordu. Laik kafalı, seküler kafalı birisi çıkıp İslam hakkında bir şey söylediği zaman, aykırı bir fikir ürettiği zaman, Müslümanlar çok kolay itiraz edebiliyordu.

Mesela Süleyman Demirel hatırlarsanız, Cumhurbaşkanıyken, “Kur’ân’ın 256 ayeti yürürlüktedir, gerisi hükmünü yitirmiştir” demişti. Türkiye’de ki İslami hareketlerin hemen hepsi koro halinde buna tepki göstermişti.

Ama şuanda aynı kelimelerle olmasa bile, Kavramlarla, aynı şeyler namazlı Müslümanlar tarafından söyleniyor. Ve fakat tepki göstermiyor. Çünkü Demirel Laik biriydi. Şuanda bunu söyleyen kadrolar, namazlı, oruçlu insanlar.

Selim Akduman:

Aynı zamanda tepki verenleri de yadırgar hale geldik değil mi hocam?
Ebubekir Sifil:

Tabi İşte ılımlı İslam projesinin en tehlikeli yanı budur. Yani Müslümanlar eliyle yürütülmesi. Mütedeyyin Müslümanlar eliyle yürütülmesi. En önemli sıkıntımız budur. TAMAMI


2 Eylül 2009 Çarşamba

Sünnet’le Olan Bağlarımızı Kopardılar

Selim Akduman: Hocam Kültür Emperyalizmi tepeden inme olmadı. Bir şekilde bir sistem uygulandı. Ve bu da sizin de dediğiniz gibi kavramlar üzerinden gerçekleştirildi. Sizce İslam dünyasında en çok yıpratılan ya da ortadan kaldırılan kavramlar nedir?

Ebubekir Sifil: Böyle bir tespit yapmak aldatıcı olur. Çünkü bizim dünyamızı şekillendiren pek çok temel hayati kavram var. Bu temel hayati kavramların hemen her birinde bir operasyon yaşadık. Başta kendi kaynaklarımız olmak üzere yani biz Kur’ân’la Sünnet’le irtibatımızı temin eden sahih zeminleri terk edip, onun yerine batıdan devşirme kavramları kullanmaya başladık. Mesela bunlardan çok önemlisi ‘Tarihsellik’tir. Gerek Kur’ân gerekse Sünnet bağlamında bu kavramı çok kullanır hale geldik. Kur’ân’daki bazı ayetlerin, Sünnet’teki bazı uygulamaların tarihsel olduğunu söylemeye başladık. Nedir bu? “Sadece indiği dönemdeki toplumu bağlar bizi bağlamaz.”

Selim Akduman: Bu düşünce insanı küfre sokar mı?

Ebubekir Sifil: Evet sokar. Yani Çerçevesi tam olarak ortaya çıktığında, Tarihsellik temelli fikrinin çerçevesi tam olarak ortaya çıktığında bunun ucu küfre varan bir şey olduğunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz.
“O dönemi bağlar bizi bağlamaz” demek; Allah Teâlâ’nın o topluma münhasır bir hüküm gönderdiğini, bu ilahi hükmün bizi bağlamayacağını söylemek; bir isyandır, başkaldırmadır, tuğyandır. Dolayısı ile ucu küfre kadar çıkabilir. İşte bunun gibi hayatımızı yönlendiren pek çok kavram var. Biz bu kavramlar üzerinden dinle irtibatımızı kuruyoruz. Sokakta konuşan iki kişiye kulak verdiğimizde herhangi bir İslami mesele konuşuluyor olsun. Birisi bir şey söylediğinde diğerinin verdiği tepki enteresan. “Bu Kur’ân’da var mı?” diyor. Şimdi bu bir bilinç durumunun ifadesidir. Bir şey münhasıran Kur’ân’da varsa kabule şayandır. Yoksa değildir. Bu da işte bir kültür emperyalizminin sonucudur. Neden? Çünkü az önce ifade etmeye çalıştım. Peygamber efendimizin Sünnet’iyle irtibatımız zedelendi. Sünnet’e güvenimiz kalmadı. Yani bizi kurtaracak olan Nuh’un Gemisi, Sünnet-i Seniyye. Ama biz onunla olan irtibatımızı bilinçli olarak zedeliyoruz. Ve sonra İslam’ı Kur’an’a tabiri caizse hapsediyoruz. İslam Kur’an’dan ibaret değildir.

Temelde/merkezde Kur’an var; ama O’nun yanında Efendimiz (s.a.v) buyurmuş, ‘Bana onun yanında O’nun gibisi veridi. O’nun misli verildi.’ Evet, Kur’ân’sız olmaz. Ama onun yanında onun misli var. Kur’ân’ın hayata açılımı var. Ete kemiğe bürünmüş hali var, O’da sünnet işte. Sünnet’le ilişkimiz irtibatımız zedelendiği için karşımızdaki kişi konuştuğunda “bu Kur’an’da var mı?” diyoruz. Varsa kabul edeceğiz, yoksa reddedeceğiz.

Bu bizim doğrudan itikadımıza yansıdı. Sünnet’le sabit olmuş pek çok itikadi umdeyi, unsuru kolayca reddedecek hale geldik. Bakın şimdi, kabir azabı, kıyamet alametleri, Hz. İsa’nın nüzulü, Deccal, sırat, mizan, şefaat, Allah Teâlâ’nın kıyamette gözle görülmesi gibi hususlar bizim Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikat kitaplarında eskiden beri zikredilir. Ve bunun istisnası yoktur. Bir insan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadına mensupsa bunların hepsine inanır. Fakat son zamanlarda Sünnet konusunda beynimize sokulan virüsler marifetiyle biz bunları inkâr eder hale geldik. Tamamı

Bunlara da göz atabilirsiniz

Blog Widget by LinkWithin